Yaşamımız, bitmek bilmeyen arzularımız ve bulduklarımız arasında savrulup durmakta. Seçtiğimiz ya da seçmediğimiz olaylarda hissettiğimiz hoşnutluk ya da suçluluk, yapıştırdığımız etiketlerin sonucu. Oysa her şey o kadar nötr ki. Hayat, bizim neyi isteyip neyi istemediğimize aldırmaz görünüyor.
Tıpkı bir tiyatroda veya sinemada izlediğimiz dramın sonunun acıklı bitmesinden dolayı allak bullak olmak, farklı bitmesini istemek, ama sonuca müdahale edememek gibi. Çünkü bir yazıcı, daha önceden oyunu, amacı doğrultusunda kurguladı ve bize sundu. Bizim için biçilen rol, sadece seyirci koltuğu. Yaşamda da öyle olaylar var ki beğensek de beğenmesek de bize düşen sadece seyirci rolü, sahne değil. Bir yazıcı, amacı doğrultusunda ustaca yazmış ve hayata geçirmekte.
Ramak kala anılarımız ne de çoktur, iyi-kötü etiketi yapıştırdığımız olaylara. Bir soru daha yapsaydım, , Frene basmasaydım O yoldan gitmeseydim Tıpkı bunlar gibi isteklerle yarattığımız öyle çok etiketlerimiz var ki kaçınılmaz olanı bile kabul etmekten aciz, tepiniyoruz yerimizde, şımarık bir çocuk misali.
Kabul etmemek bir ölümü, olayı, bir hastalığı, gücümüzü tüketiyor ve daha da güçlendiriyor direndiğimizi. Yolda yürürken önümüze kocaman bir kaya düştüğünde Neden ben, neden şimdi, bu taş burada olmamalıydı, kabul etmiyorum diyerek ömrümüzü tüketebilir ya da o kayayı aşmanın yollarını arayabiliriz. Aşamıyorsak yolumuzu değiştirebilir, değiştiremiyorsak orada kamp kurup onunla yaşamayı öğrenebiliriz. Üstelik bunu yaparken onu sevmemize de gerek yok.
Bir arkadaşım, kanser olduktan sonra tıbbi olarak gerekenleri yapmış, sonra olanları sorgulamış ve kendine: Evet, kanser oldun, bunun için gereken her şeyi yaptın. Buna rağmen hastalığın geçmeyebilir ve belki de ölebilirsin. Yapacak bir şeyin var mı? Yok. O halde hayatına-işine kaldığın yerden devam edeceksin. diyerek ameliyattan bir ay sonra işe başladığını ve insanların ruh haline şaşırdığını söyledi. Kendi de şaşıranlara şaşırıyormuş ve onlara: Ne var ki ruh halimde diyormuş. Ben ona: Tabii ki sana şaşıracaklar. Çünkü on kişiden dokuzu durumu kabullenmez ve: Neden ben, neden şimdi, bana bir şey olursa çocuklarım ne olacak diye düşünür ve gücünü tüketir. Sen, kötü sonucu kabul etmişsin. Bu nedenle hiçbir şey olmamış gibi yaşamına devam edebiliyorsun. İşte onlar buna şaşırıyorlar.
Bir yazarın söylediği gibi: Hayat kâğıt oyunu gibidir. Elinize gelen kartları seçemezsiniz, ama nasıl oynayacağınız size bağlıdır. Üstelik de bazen yapmamız gereken sadece kötü sonucu kabul etmek.
İlkokuldayken öğretmenimiz, arkadaşlarımızı şikâyet etmemize kızardı. O zaman buna bir anlam veremezdim. Çünkü haksızlığa uğruyordum ve öğretmenimizin de bu haksızlığı gidermesi gerekiyordu. Nerden bilecektim ki öğretmenimiz, bizi hayata hazırlıyor.
O bize: Yaşamda yalnızsınız, haksızlığa da uğrayacaksınız ve bunun üstesinden kendiniz gelmeyi öğreneksiniz. Kurtarıcı beklemeyin, kendi kaynaklarınızla mücadele edin ve sorununuzu çözün. Çözemiyorsanız, hayal kırıklığınızın üstesinden gelmeyi öğrenin.
Kaleydoskop, minik bir dürbündür. Ön yüzüne renkli taşlar, boncuklar konmuştur. Bunlar karışık, gelişigüzel dururlar. Hiçbir düzenleri ve anlamları yoktur. Onları sallarsınız ve karıştıkça karışırlar. Ancak dürbüne, merceğinden baktığınızda büyülü bir dünya sizi beklemektedir. Muhteşem ahenkli desenlerin her biri, eşsiz renkli kar taneleri gibidir. Dürbünü çevirirsiniz ve desen değişir. Bir daha aynı deseni yakalayamaz ve dakikalarca sıkılmadan izleyebilirsiniz. Bir ateşe, şelaleye, masmavi bir denize bakmak gibi, sizi şimdiki ana demirler.
Trajik olayların ikinci elden tanığı olarak, insanların acılarını dinlediğimde, aklıma kaleydoskopum gelir. Gelişigüzel, çirkin görünen bu acıların başka bir plandaki görünüşünü hayal ederim. Bu acıların bir anlamı var, diye düşünürüm. Bir yazıcının, bu kişi için bir planı var. Onun bir şeyleri görmesi, anlaması ve aşması gerekiyor. Bu şey; bazen masum ve değerli olduğunu anlaması, soruna rağmen değil, sorunla birlikte yaşamayı öğrenmesi ve bir şeylere tutunmadan hayatını oluruna bırakması gerekiyordur. Bir nefeslik gücünün olduğunu hatırlaması ve nihayet kalemin kendi elinde olmadığını görmesi gerekiyordur.
Ve nihayet, iyi-kötü etiketlerinden kurtulması ve Şans mı, şansızlık mı bilinmez, hele zaman (kaleydoskop) ne gösterecek, bekleyelim bakalım diyebilmesi