Sezeryanle doğum oranları tüm dünyada hızla artmaktadır. ABDde sezeryan ameliyatı 1965-1986 arasında %4.5 iken bugün %24e çıkmıştır. Ülkemizde 1998de %13.9 olan oran, 2013de %52ye çıkmıştır. Özel hastanelerde %90lara dayandığı görülmektedir. Elbette bu durumun ekonomik, sosyal ve siyasal nedenleri vardır. Ancak medyatik travmatizasyon, ciddi oranda doğum korkusu geliştirmekte ve sezeryan oranlarını artırmaktadır.
Sezaryen ameliyatı, tıbbi bir gereklilik olduğunda anne ve bebeğin hayatını kurtaran bir operasyondur. Ancak korkular nedeniyle bu ameliyat, tıbbi bir gereklilik olmadan da tercih edilmektedir. Oysa bu operasyon, bir karın içi müdahale olup anne hayatı bakımından normal doğuma oranla 4 kat risklidir. Yenidoğan sorunları da sezeryan doğumda 7 kat fazla görülür. Normal doğum, anne ve bebek açısından her şey yolunda gittiğinde, ideal olandır.
Medyada doğumun ele alınış şekli, korku filmlerinde duyduğumuz türden canhıraş bir çığlık, koşuşturma, yakın plan annenin yüzünde beliren dehşet ve panik ifadesi, yediden yetmişe herkesi travmatize etmektedir. Medyanın yaygınlaşmasının sonucu, acının dayanılmaz olduğu pompalamasıyla yetişen kuşaklar, gebe kaldıklarından itibaren doğumla ilgili kaygıları başlamaktadır.
Filmlerdeki korkunç doğum sahnelerini izleyen küçükler ise doğum konusunda erken yaşlarda travmatize olmaktadır. Ayrıca kadın olmayı, acı çekmekle eşdeğer görüp büyümekten de korkar hale gelmektedirler. Bu durum da cinsel kimliğe yönelik olumsuz bir algıya yol açabilir.
Sezeryanin çok kısa, kolay, ağrısız olarak algılanması da sezeryan tercihine yol açmaktadır. Oysa durum tam tersidir. Sezeryan, ağrıyı doğumdan sonraya ertelemektedir. Normal doğum yapan biri, doğumdan hemen sonra ayağa kalkıp bebeğini emzirip bakımını yapabilir. Sezeryan ameliyatı geçirmiş biri ise ağrılarından dolayı, değil bebeğine bakmak, yataktan bile yardımsız kalkamamaktadır. Bir hafta on gün süren iyileşme döneminden sonra ancak ayağa kalkabilmektedir. Normale dönmesi ise bir ayı bulur. Ameliyat sonrası yaşanabilecek enfeksiyon, ağrı, barsak sorunları varsa, kişinin normal yaşamına dönme süresi daha da uzar. Tüm bu durumlar çiçeği burnunda annenin, bebeği ile yaşama uyum sürecini geciktirmektedir.
Doğum korkusunu oluşturan durumlar; zor doğum hikayeleri dinleme, filmlerdeki korkunç doğum sahneleri, daha önceki doğumlarda yaşanan travmatik deneyimler ve bilgisizliktir. Tüm dünyada sezaryenle doğum oranlarına bakıldığında, İskandinav ülkelerinde oranın çok düşük (%14) olduğu görülür. Bu ülkelerde doğumun ebeler yardımıyla ve hastanelerde, ev ortamı oluşturularak gerçekleştirildiği görülmektedir. Hastanede ev doğumu; kadının özerkliğinin, mahremiyetinin korunması ve duygusal destek alabileceği bir yakınıyla doğuma girmesidir. Doğum, en uygun koşullarda gerçekleşir.
Yine kuzey ülkelerinde yaşayan kadınlarda, normal doğum yapmak, iyi anneliğin ilk koşulu gibi görülmektedir. Bu yüzden gebe kadın için normal doğum yapmak, çok önemlidir. Bu ülkelerde sezeryen olan kadınlara, sanki anneliği becerememiş, eksik annelik yapmış gözüyle bakıldığı görülmektedir.
Yapılan araştırmalar, gebelik sırasında doğuma ve anneliğe hazırlık eğitimlerine katılmanın sadece doğum korkusunu azaltmakla kalmayıp, ayrıca doğumda komplikasyon görülmesini ve müdahaleli doğum oranını da azalttığı görülmektedir. Ebelik sisteminin gelişkin olduğu ülkelerde doğum korkusunun az, sezeryan oranlarının düşük olmasının daha sağlıklı nesiller yetiştireceği açıktır. Ülkemizde, ebelik kurumunun hak ettiği yeri ve itibarı geri vermek, hatta adını Doğum Koçluğu olarak değiştirmek, gelecek nesillere olan borcumuzdur.
Artık toplum olarak bu konuda bilinçlenmemiz, korkulardan arınmamızın zamanı geldi de geçiyor bile. Belgesellerde hayranlıkla izlediğimiz mucize doğum eylemini, neden insanlardan esirgeyelim? Filmlerde-dizilerde normal doğumun, içgüdüsel ve mucizevi doğasının işlenmesi, kadınların doğum ve annelik konusunda kendine güvenlerini ve yetkinliklerini artıracaktır.