Bu şehirde yaşıyor iseniz ve gazeteci iseniz işiniz çok zordur. Bunu hem yaşarsınız hem de önünüze uygulamaları ile koyarlar.
Elinize yağdanlığı alacaksınız, sürekli birilerini yağlayacaksınız. Ayaklarını yerden keserek onu mutlu edeceksiniz.
Aman haaa...
Sakın dokunmayın. Canınız yanar...
Memleketi parsel parsel işgal edenleri görmeyeceksiniz, onlara hatta destek vereceksiniz.
Size ne oluyor ki!
Arı kovanına çomak sokasınız.
Yetkilisi için de geçerli bu, etkilisi için de geçerli bu.
Başı derde düşen önce size gelir. Ağlar, sızlar. Sonra da düzlüğe çıkınca sizin bir numaralı düşmanınız' olur.
Ne İsa'ya, ne de Musa'ya yaranırsınız.
Oturduğunuz yerde sizi rahat bırakmazlar.
Dürterler. Sanki dünyanın en dürüst insanları kendileriymiş gibi koltuğunun altına aldığı bilgi ve belge ile yollara düşerler.
Sonra...
Sonrası bağlar gazeli.
Bu memleketin idarecilerini de anlamakta zorluk çekiyorum inanın. İkili ilişkilerle akıllarının bastığı kadarıyla Devlet benim' diyerek ortaya çıkmazlar mı?
Günün birinde kendilerine yapılan küçük bir iyiliği aylar sonrasında ödemek için oturdukları koltukları ve makamları seferber ederler.
Mevzuat hazretlerini hırsıza, arsıza ve olmaması gereken noktada kötüye kullanmaya çalışırlar.
Bunu meslek hayatımız boyunca çok gördük ve yaşadık. Gördük ve yaşıyoruz diyerek pes etmek var mı?
Elbette yok.
Memur ise korkusundan manevra yapar. Amir ise üstünden aldığı talimatla çark eder. Velhasıl hepsi birbirinin fotokopisi.
Önemli olan okuyucuların ve toplumun ne düşündüğüdür. Ben bunu bilir, buna bakarım.
Eline kalemi alan kalemi istediği gibi kendine doğru yontup gereğini o zaman yapmaya başlar ise ortaya çıkan sonuçlar da bu şehre zarar verir.
Bugüne kadar kimden hesap soruldu? Hatırlayın isterseniz. Arkasından atıp tuttukları insanların hangisinden bir Allah'ın kulu hesap sordu.
Çünkü o atıp tuttuğu günlerdeki davranışın sebebi onun yerine ben geleyim de ben yapayım' dan başkaca bir şey değildir.
Değişen ne var?
Hiçbir şey.
Eski Türkiye ile yeni Türkiye masalları da bizim biraz daha uyumamız için bir gerekçe olsa gerekir.
Önce insanların eskisi ile yenisi ile değişmesi gerekiyor.
Koskoca adamın önüne her şeyi koymuşsun. Adam oturduğu yerden bulduğu kılıf ile gereğini yapmış ve kararını vermiş.
Kurtarmak istediğine öyle bir kılıf bulmuş ki uğraş dur.
Yenilmiş, içilmiş, iç edilmiş umurunda mı!
Yeter ki kendi var iken istedikleri olsun.
Gazetecilik zor ki ne zor. Yazarsın susarlar. Neden susuyorsun diye sorarsın önce popolarını bir kaldırıp şöyle bir hava aldırırlar. Sonra...
Sonrası malum...
Elde var sıfır.
Bu kentin başına ne geldi ise makamının hakkını vermeyen, ilahi adalete asla inanmayan, kanun ve nizamları kendi çıkarları doğrultusunda kullanan kişilerin yüzünden geldi. Gelmeye de devam ediyor.
Ağızlarının dolusu konuşanlardan korkacaksın.
Amiri de böyle, memuru da...
Allah hepsini ıslah etsin.
Bütün bunları görerek ve yaşayarak yılmak yok, yola devam.
Hani Başbakan diyor ya statüko' diye.
Bunu kırmak çok zor. Çünkü geriden de böyle tipler geliyor. Sayıları azalmıyor, hatta artarak geliyor.
Biz haberimizi yapacağız, köşe yazımızı yazacağız. Bu toplumu bilgilendireceğiz.
Kimsenin menfaati için virgül kadar eğilmedik, şükür olsun bundan sonra da eğilmeyeceğiz.
Son bir haftadır bu kentin bir adım ileriye gitmediğine yazdığım bazı haber ve köşe yazılarından sonra bir kez daha tanık oldum.
Allah herkesi ıslah etsin, hatta bildiği gibi yapsın.
Hırsıza hırsız demenin suç olduğu bir şehirde yaşıyoruz. Bunu bu hale getirenlerde bundan rahatsız ama biz gazeteciler olarak hırsıza hırsız demeyi sürdüreceğiz.
Altlarındaki makam arabalarının benzinleri kadar değeri olmayanların itibar gördüğü bu şehrin gazetecileri olarak korkaklarla asla işimizin olmadığını bu vesile ile bir kez daha belirtmek istiyorum.
Bir yetkiliye şunu soruyorum. Siz olsanız şunları yapar mısınız? Böyle davranır mısınız?' diyorum.
Aldığım yanıt tabi ki ben kendim yapmam. Ama kanunlar bunun yapılmasına izin veriyor' diyor.
Bu yanıtı veren zatı muhterem ile neyi konuşacaksın, neyi tartışacaksın.
İnan bu insanlar bu dünyalarını bitirdikleri gibi öbür dünyalarını da şimdiden bitirmişler.
Allah'a şükür olsun ki yıllardır kaleme aldıklarımızdan dolayı boğazımızdan haram lokma geçmediği için kendimizi mutlu sayıyoruz.
Birilerini koruyup kollama adına kendisini görevli sayan binlerce önceki dönemlere ait idarecilerin bugün Adana sokaklarında veya kendi asıl memleketlerine gittiklerinde yalnız kalıp yolda selam dahi verecek kişileri bulamadıklarına tanıklık edince ne kadar doğru yolda yürüyüp işimizi doğru dürüst yapmaya çalıştığımızı bir kez daha görüyorum.
Uzun lafın kısası bu şehir ne uzar, ne kısalır.
Sadece bu şehrin kaderini yazanların tipleri, boyları, eşkalleri değişiyor.
Şükür olsun ki biz yine aynı yerdeyiz.
Başımız dik ve hesap vermekten asla korkmayan kul olarak.
Tüyü bitmemişin hakkını yiyenlerin de bu dünyada hesap verecekleri yer olmasa da öbür dünyada ilahi adalet karşısında hesap vereceklerini bilerek rahatız.
Rahat olmaya da devam edeceğiz.
Bugün sizlere Adana'da gazetecilik yapmanın ne kadar zor olduğunu biraz anlatmaya çalıştım. Dansözlerin sahne almak için yarıştığı bir şehirde inanın bana yeni dansözler türemiş. Ellerine su dökülemeyecek kadar fırıldaklıklarını görünce bu yeni ithal dansözlerin daha bizlere çok konuk olacağını, bizlerin kaleminden bunlar hakkında daha çok haberler ve köşe yazıları çıkacağını bu vesile ile bir kez daha hatırlatıp son noktayı koymak istiyorum.
Hiç dansözlerin rahat bir şekilde can verip öldüklerini gördünüz mü?
Ben görmedim...