Geçtiğimiz pazar günü yaşattırılan “Sevgililer Günü” nedeniyle, öncesinden yapılan hazırlıklar “hiç de” öyle ekonomik zorluk yaşayan bir ülkeyi anımsatmıyordu…
Her yer güllü-çiçekli, her yer ilkyazın portakal çiçeği gibi hoş, herkes “sevgiliye” pırlanta almak için “sıraya” girmek zorundaydı sanki…
Öyle demeyin, günün yirmidört saati “daha çok” tükettirmek için tüm medya kullanılarak, açlıkla/ fahiş faturalarla/ doyumsuzlukla sınanan milyonların “gözden çıkarıldığı” sonucu çıkarılabilir!
Bu yurdun gençlerinin dörtte birinin işsizlikle boğuştuğunu biliyorsunuz… Bu gençlerin sevdikleri olmalı, geleceği birlikte oluşturacakları güzellikleri olmalı da; nasıl?
Üniversite yıllarınca süreç geçmesine karşın, bir iş bulamamış, yaşamını kazanamamış, ana/ babaya bakan milyonlarca gencin sözünü ediyorum…
“Sevgililerini” nasıl hoşnut edecekler, ekranda/ bilinen yüzlerin/ ısrarla “her kadın pırlantaya kayık” sözlerini duyarken?
Bir karanfille, bir gülle, bir güzel sözle, bir güzel gülücükle, adına yazılmış/ kendine özel iki dizeyle oldurmuyordu/ oldurmuyorlardı da, “süslü/ pahalı” kutuların seçilmesi salık veriliyordu!
Biliyorum, birçok “bol ışıklı” mağazalar, “o güne özgü” izlencelerini günler öncesinden yaptılar; kiminin taşını eksilterek, kiminin kemerini kısarak, kiminin üzerindeki “emeği” azaltarak “pırlantayı” albenili duruma getirdiler; ki herkes alabilsin, ki herkes sevdiğine gösterdiği değeri ortaya koyabilsin, ki bugünün anısı yaşatılabilsin!
Kimseyi kandırmaya gerek yok; dar gelirlinin bir maaşını bulan hediyenin seveni/ kazananı bu günü allayan/ pullayanlardır!
Bu arada Adana’da belediyelerin “bu güne” yaptıkları katkı da unutulmamalı; getirdiği şarkıcılara kimin ne kadar harcadığını bilmiyorum, ancak kış ayında üç-beş damı akana destek olsalardı daha çok önemserdim!
Adına “sevgililer günü” denilince; yaşanan şiddeti ne denli azaltıyor, “sevgiyi” ne denli yaygınlaştırıyor, toplumsal barışa ne denli katkı sağlıyor ona bakıyorum…
İki gün kullanılıp, üçüncü gün bir kıyıya bırakılacak ne sözün, ne pırlantanın, ne de başka bir şeyin “yaşamımda” yeri olmasını istemem; kim ister ki?
Başta, “sevmeyi” bilelim, sonrası daha kolay gelir kanımca…
BİR BULUŞMANIN DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ…
Dün Sağlık-Sen’in basınla buluşması vardı.
Özellikle son yıllarda, ülkemiz gibi tüm dünyaya karabasan yaşatan salgın nedeniyle toplumun birçok katmanında irili/ ufaklı izler oluştu, acılar verdi…
Kimi iş alanları kapatıldı günlerce, kapanan işyerlerinde çalışanların işlerine son verildi, salgın sürecinde sağlıklı beslenmek zorlaştı, dar alanlarda çok sayıda insanın bir arada olması nedeniyle virüs daha kolayca yayılma alanı buldu, bağışıklık sistemini geliştirici ürünlere ulaşmak zorlaştı, geçim zorlaştı, temel gereksinme fiyatlarında artışlar oldu, dar gelirli ekonomik bungunluklara sürüklendi, meslek gruplarında zorluklar yaşandı…
Ön sıralarda yer alan meslek grupları arasında, sağlık çalışanları gelmekteydi; en kötü koşullarda, zaman tanımadan, kimi dönemlerde eşlerinden/ çocuklarından uzak kalarak görevlerini sürdürdüler.
Ekrana her çıkan, salon toplantılarında her söze başlayan, abartıdan kaçınmadan “bu süreçte, sağlık emekçilerinin hakkını ödemek zor” sözüne yer verdi!
Ne zor değildi ki; salgın sürecinde üretmek de, işsiz olmak da, lokanta çalıştırmak da, doymak da, gazete çıkarmak da, kağıt toplamak da, yaşamı sürdürmeye çalışmak da zordu!
Hiçbir sağlıkçının, sağlık emekçisinin “doymak istiyoruz” çığlıklarının altında salt kendi “gereksinmeleri” olduğunu düşünmüyorum; sağlık çalışanı da, toprağı çalıştıran da, makineleri işleten de, halkın gözü/ kulağı olan basın da doymalıydı, gereksinmelerini karşılamalıydı, günün ergilerinden yararlanabilmeliydi…
“İktidarın” gerek sağlık çalışanlarına, gerekse başka meslek gruplarına birçok “söz” verdiğini, “bayram” havasında duyurulduğuna tanık olduk/ olmasın da; sonunu görmedik!
TTB’nin bu konuya ilişkin birçok eylemine, iş bırakmasına, basın açıklaması yapmasına tanık olduk…
Dün Sağlık-Sen’in yaptığı buluşmada “neler” söyleneceğini de o nedenle önemsedim…
Bu güne değin duyduklarımızın, bu güne değin yapılan eylemin üzerine “ne” konulacaktı?
Açıkça söylemem gerekirse, “yinelemeden” başka bir anlam çıkartmak zor! Biraz da “sıkıntıdan” daha çok, “kendilerini” gösterme için yapılan bir buluşma…
Öyle ki “sağlık çalışanları olarak çok sıkıntılı günler geçirdik, yılmadık, bıkmadık, üyelerimizin yanında olduk” sözüne yer verildi açıklamada…
“Hani, nerede” demek gerekmiyor mu?
15022022