Hikayeleri seviyoruz çünkü hepimizin ardında sürüklediği bir hikayesi-masalı var. Neden masal, çünkü gerçek dediğimiz şey sadece bir tasavvurdur. Örneğin Külkedisi masalını düşünelim. Üvey anne ve kardeşlerinin eziyetlerine katlanan bu genç kızın gerçeklik algısı belki de şu tohum düşünceler etrafında biçimlenmiştir: “Değersizim, çaresizim, güçsüzüm.” Bu tohumlar onun hayatında, ‘durumu üzerinde hiçbir kontrolünün olmadığı’ yanılsamasını yaratarak filizlenip ürün vermektedir. O halde gerçeklik nedir? Bizler hayata filtrelerden bakarız. Bu filtreler; inançlarımız, değerlerimiz, ön-kabullerimiz, deneyimlerimiz (hikayemiz) ve tutumlarımızdan oluşan bir gözlük gibidir.
Öfkeliyken filtreli gözlüğümüzle biz, haksızlığa uğradığımızı düşünürüz. Bize göre karşımızdaki öyle davranmamalı, öyle düşünmemeli ve hatta öyle hissetmemelidir. Aslında olaylar nötrdür. Bizi etkileyen, olumsuz duygu yaratan şey, ona verdiğimiz bu anlamdır. Bir anlamda bir tartışmada her iki taraf da haklıdır. Şöyle ki karşı karşıya duran iki insanın arasına yere, 6 rakamı çizdiğimizi düşünelim. Bu durumda biri onu 6, diğeri 9 olarak görecektir. Tarafsız bir gözlemci ise her ikisinin de kendi açısından haklı olduğunu bilir: Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi: “Kimse sana karşı değil, herkes kendinden yana.”
Öfkeli birinin vücudu alarma geçer ve ilkel beyninin egemenliğine girer. Düşünme durur, onunla iletişim neredeyse imkansızdır. “Öfkeden gözü dönmüş” deyimi bunu anlatır . Öfkeli biriyle karşılaştığımızda bizde de kızgınlık, çöküntü veya korku duygusu ortaya çıkabilir. Bu duygularımız bizim etkili yanıt vermemize engel olacaktır. Böyle bir durumda ilk adım, kendi duygularımızı yatıştırmak olmalıdır.
Bunun için bir çeşit duygu radarı kullanabiliriz. Bunun için kendimize:
“Şu anda hangi duyguları hissediyorum?”
“Bu duygular bedenimde nerede?” ve
“0-10 arası bir ölçekte kaç şiddetinde? (0 sakin, 10 en şiddetli) sorularını sormak, sonra da yavaş ve derin nefesler alıp vermek gerekir. Duygumuzun şiddeti 6’dan fazla ise (düşünen beyin devre dışı olduğundan) iletişim durdurulmalıdır. 5’in altına düştüğünde ise iletişime geçilebilir. Bu farkındalık, yetmezse hareket etmek, olumsuz duygularımızın şiddetini azaltacaktır. Kendimizi sakinleştirdikten sonra karşımızdakini sakinleştirmek için ona; deneyimini, duygularını anlattırmak ve yorum getirmeden dinlemek, onu hareket ettirmek, yapabileceğimiz şeylerdendir. Biz diğer insanlarda uygusal parmak izleri bırakırız. Ne söylediğimizin bazen hiçbir önemi yoktur, nasıl hissettirdiğimize göre ona ulaşabiliriz.
Olumsuz yaşam koşullarıyla başa çıkma becerimizi belirleyen şey, psikolojik esnekliğimizdir. Psikolojik katılık olduğunda öfke kontrolümüz zayıf olabilir. Bu durum olumsuz yaşam deneyimleri ve çocukluk çağı travmalarıyla ilişkili olabilir. Profesyonel yardımla psikolojik esnekliğimizi artırabiliriz.
Psikolojik esnekliği olan insanlar; hem kendi öfkeleriyle, hem de başkalarının öfkesiyle esnek biçimde başa çıkabilirler, olumsuz yaşam koşullarına dayanıklıdırlar. Psikolojik esnekliğimizi ve dolayısıyla stresle başa çıkma gücümüzü artırmak için “Çocuk ve ergen becerilerimizi” kullanmamız yararlı olacaktır. Bunlar oyun oynamak (hobiler), güvenli yaramazlık yapmak (bir şey kırmak, duvarı çizmek, çok dakik biriysek arada bir biraz gecikmek, çok düzenliysek bir gün evi toplamamak vs), 1 Nisan şakası şeklinde yalan söylemek, birinden bir iyilik istemek, kendimizin iyi yaptığı bir şeyi övmek, kızdığımızda ise yanımızda biri varsa içimizden, yalnız kaldığımızda ise sesli olarak küfretmek çocukluk becerilerimizdir. Ergen becerilerimiz ise hayır demek (karşı gelmek) ve duygularını ifade etmektir (kendine ve başkalarına).