Dünyada her seçim öncesinde çeşitli denklemler kurulur. İktidar da muhalefet de buna göre gardını alır ve seçimlere hazırlanır.
Gelişmiş ülkelerin çoğunda halkın kahir ekseriyeti iktidara kimin geldiğiyle ilgilenmez. Çünkü bilirler ki bir sistem vardır ve her gelen o sisteme göre iktidarını devam ettirmek zorundadır. Bu yüzden seçimlere katılım oranları da hep düşüktür.
Türkiye gibi her seçimin adeta bir 'kader' seçimine çevrildiği, seçimlerin 'olmak ya da olmamak' olarak görüldüğü yerlerde ise işler daha bir tuhaf işler. Çünkü her seçimde iktidar sahipleri kendi kitlelerini 'Biz gidersek …gelir' (noktalı yerler her seçimde değişir) diyerek korkutmuşlar, muhalefettekiler ise kötü olarak gördüğü gidişatı değiştirmek üzere bir strateji belirlemek yerine mevcut iktidarın yaptıklarını yıkmak üzere kurduğu planları halka yeni bir şeymiş gibi göstererek oy talep etmişlerdir.
Bu yüzdendir ki iktidar da muhalefet de kendi seçmenlerinin yoğun olduğu bölgelere her dönem ayrıcalık tanımışlar, yatırımların yönlendirilmesini sağlamışlardır.
Bazı yerler de vardır ki o bölgelere hiç kimse; 'kale' veya'kurtarılmış bölge' olarak bakmaz/bakamaz. Bu yüzden de bu kentler adeta cezalandırılmaktadırlar. Hükümet de, muhalefet de o kentlere şaşı bakar. Mesela Adana.
Mevcut iktidara hep mesafeli yaklaşmıştır. Yerel seçimlerde farklı genel seçimlerde farklı tercihler yapmıştır. Bugün tercih edip başa getirdiği adamı yarın alaşağı etmiştir.
İşte bu yüzden iktidar sahipleri hiçbir zaman sahip çıkmadı Adana’ya. Muhalefet ise her zaman çekinceli durdu. Sonra iktidar ile muhalefet yer değiştirdi ama bu şehre bakış açıları değişmedi.
Bütün bunlara rağmen kendi kimliğini, kendi kültürünü oluşturabildi Adana. Bunu da inadına yaşatmaya devam ediyor. Adanalılık dediğimiz ruh atalarımızın deyimiyle; 'Can çıksa huy çıkmaz' kabilindendir. Dolayısıyla bu kültüre alışan, bu kültürle yaşayan insanlar bu huylarını genetik olarak sonraki kuşaklara da aktarırlar.
Başka kentlere göç etse de Adana’da yetişmiş, bu kentin ekmeğini yemiş, suyunu içmiş bir insan için vazgeçilmezdir bu topraklar. Hayat şartlarının ne getirdiğine bakmaksızın o Adanalılık ruhunu hep diri tutar.
Bu yazdıklarıma en iyi örneklerden birisi de Tarsus’tur. Tarsus; bir uygarlıkla şehridir ve kadim bir medeniyete sahiptir. Adana ile de çok ortak yönleri vardır. Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinin ardından 1517'de Osmanlı egemenliğine giren Tarsus Sancağı bir müddet sonra Adana Vilayeti'ne bağlanmıştır. Üstelik o sıralarda Mersin de Tarsus’un bir köyüdür. 1888 tarihinde ise Mersin, Adana Vilayeti’ne bağlı bir sancak merkezi olmuş Tarsus da Mersin’e bağlanmıştır. O gün bugün Tarsus Mersin’in bir ilçesi olsa da Tarsus halkının karakteristik özellikleri Mersinliler ile değil Adanalılar ile benzerlik gösterir. Mersin’in bir kent kimliği yoktur ama Tarsus’un vardır. O kimlik de Adanalılık kimliğidir.
Bu yazdıklarıma dayanarak son zamanlarda başta havaalanı tartışması olmak üzere ilçelerin ile çevrilmesi bunun sonucunda da başta Adana olmak üzere mevcut şehirlerin ekonomik anlamda olumsuz etkilenmesinin önüne geçmek için tartışmalara farklı bir boyut getirmek istiyorum.
Binlerce yıllık tarihiyle il olmak elbette Tarsus’un hakkıdır. O yüzden Tarsus’un Adana’ya bağlanmasını talep etmeyeceğim ama Adana’nın ilçesi/ilçelerinin il yapılıp kentin ekonomik anlamda darbe yemesinin önüne bir şekilde geçebiliriz. O da bölgesel havaalanını da içine almak kaydıyla Yenice’nin Adana’ya bağlanmasıdır. Böylece hem o bölgedeki sanayi firmaları hem de bölgesel havaalanı Adana sınırlarına girmiş olacak ve Adana ekonomik zararını kısmen de olsa telafi edebilecektir.
Genel seçimlerden hemen sonra yerel seçimler öncesinde uygulanacağını düşündüğüm 100. yılda 100 il projesinin Adana’ya darbesi ancak bu şekilde bertaraf olur.
Aksi halde bu işin vebali başta Ak Partili yöneticiler olmak üzere Vali'sinden Büyükşehir Belediye Başkanı’na atanmış ya da seçilmiş tüm bürokratlarındır.