Adalet ve Kalkınma Partisi ilk kurulduğu dönemlerde milletin büyük çoğunluğunun ümidiydi. Aradan geçen yaklaşık 20 yılda daha doğrusu bu sürenin ilk yarısında Cumhuriyet tarihinin en reformist partisi olarak tarihe damga vurdu ancak bugün gelinen noktada Ak Parti'de söz sahibi olanların nasıl statükocu olduğuna, millete nasıl tepeden baktığına şahit oluyoruz. Klasik bir deyimdir; Yola çıktıklarını yolda bulduklarına tercih edersen yolda kalırsın. Ak Parti şuan tam da bu durumu yaşıyor. Tekerlek dönüyor, yola devam ediyor ancak lastik patlamış durumda.
Vatandaşın sessiz isyanını duymayan bir takım insanların 'dava' bilincini anlamadıkları aşikar. Anlamış olsalar bugün ben bu satırları yazmak yerine ülkenin maddi ve manevi anlamda nasıl geliştiğine dair örneklerle Ak Parti iktidarını övmem gerekirdi.
Yirmi yıl önce atılan adımların, gerçekleştirilen reformların herkes farkında ancak bugün ne yapılıyor ona odaklanmak lazım. Dünde yapılan güzel şeyler için biraz vicdanı olan herkes duacı. Zaten bu yüzden de Cumhuriyet tarihi boyunca kimseye nasip olmayan bir teveccühe mazhar oldular ancak bugün gelinen noktada yalnızlaştırılan bir Cumhurbaşkanı ile onu çepe çevre kuşatmış bir şahsi istikbal avcıları yüzünden iktidarı kaybetmek üzereler.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın deyimiyle; bir 'Trenden inenler'e bir bakın bir de o trende hala devam edenlere? Siz olsanız vatanın geleceği için hangi gurubu tercih edersiniz? Trenden inenleri mi trene sonradan binenleri mi? Ben de tıpkı çoğunuzun düşündüğü gibi düşünüyorum.
Hadi, Erdoğan ile yola çıkanların şimdi yanında olmamasını kişisel ikbal ile açıklayalım, pekiyi kendi damadının istifasını nereye koyalım? O bile tepedeki çıkar kavgasından zehir zemberek sözlerle kaçıp gitmedi mi?
En son (güzel konuşmaktan başka bir icraatını görmediğimiz) Milli Eğitim Bakanı neden istifa etti? Halbuki çoktan görevden alınması gerekmiyor muydu? Demek ki vatandaş başarısız bulsa da Cumhurbaşkanı vatandaş gibi düşünmüyordu.
Ak Parti'de üst yönetimlerde de alt yönetimlerde de bir çok kişi Ak Parti'yi var eden değerleri artık önemsemiyor. Vatandaşı ötekileştirebiliyor. Bunu da açık açık ilan etmekten imtina etmiyor. Yukarıdan vazgeçelim. Aşağıdan bir-kaç örnek verelim mi hemen;
Ak Parti Adana İl Yönetim Kurulu Üyesi, Bilgi ve İletişim Teknolojileri Birim Başkanlığından Sorumlu İl Başkan Yardımcısı Mustafa Çiçek. Son zamanlarda sadece ülkemizde değil başta gelişmiş ülkeler olmak üzere dünyanın dört bir yanında tartışılan aşı dayatmalarıyla ilgili sosyal medya hesabından şu paylaşımları yapıyor;
"Aşı olmak istemeyenler evinde otursun.Bu konuda zorlama olmasın.Covid geçene kadar da maaş almasınlar.Çünkü bu parayı haketmemiş olacaklar"
"Aşı olmayanların covid tedavileri ücretli olsun."
Düşünebiliyor musunuz? Statükoya direnen, her türlü dayatma ile çarpışa çarpışa iktidarını halktan aldığı güçle koruyan, vesayeti kabul etmeyen Ak Parti'nin Adana gibi önemli bir şehirdeki Başkan Yardımcısı dayatmayı savunabilecek duruma gelmiş.
Bir iki takipçisi kendisini faşizm ile suçlayınca onların yorumları daha sonra buhar olmuş. Acaba kim sildi?
Geçtiğimiz bayramda bir başka İl Başkan Yardımcısı, Yerel Yönetimler Başkanı Kürşat Akpınar da Suriyelilerin bayramlaşma için memleketlerine gitmelerini ve sonra geri rahatça dönebilmelerini eleştiren bir paylaşım yapmıştı. Suriyelileri ülkeye kabuk eden Ak Parti iktidarı değil mi? Onların bayramlaşma için ülkelerine gitmesini ve geri dönmesini sağlayan da Ak Parti iktidarı. Gelin görün ki bir İl Başkan Yardımcısı bu uygulamayı eleştirebiliyor.
Yine bir İl Başkan Yardımcısı, Adanalıların da yakından tanıdığı hatta adı İl Başkanlığı için de geçen Kasım Pamuk sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımda Malatya Şehir Hastanesi'nin yönetimi ile ilgili ilginç paylaşımlar yaptı. Yazdıkları yenilir yutulur değildi. Hastane yönetimini eleştiriyordu. Haklı da. Ancak o bürokratları oraya atayan kendisinin de yönetiminde olduğu partinin Genel Merkez yöneticileri değil mi? (Kasım Bey'e bu vesile ile başsağlığı ve uzun ömür de diliyorum. Öğrendiğim kadarıyla hastaları maalesef hayatını kaybetmiş)
Bunun gibi bir çok örnek verebilirim ancak daha fazlasına gerek yok. Kafa karışıklıklarını anlatmak için bu örnekler yeter de artar.
Kafa karışıklığından öte bir de iş bilmezlerin iş başında olması da acı. Sosyal medya hesaplarında kendisini İl Uzmanı diye tanıtan Şuayip Çoban hangi konuda uzman bilmiyorum ama ilkokulda öğretilen dil bilgisi derslerinden ve Türkçe'den çok uzak kaldığı belli. Bir kaç paylaşımındaki yazılarına ve/veya yorumlarına bakın ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
Sonuç olarak; Ak Parti'nin neden bu durumda olduğunu, halktan koptuğunu, desteğini kaybettiğini anlatmamız bir yazıyla mümkün değil ancak bu küçük örnekler bile bir ipucu verebilir.
Bir de dikkatimi çeken bir şey var. Cumartesi günü il binasında düzenlenen programda ve sonrasında sonra yaşananlar. Ak Parti Adana'daki birlik ve beraberlikten uzak, herkesin kendi havasında takılıdığına dair sosyal medya paylaşımları...
O da başka bir yazının konusu.
TFF'YE İLK DAVA BENDEN
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), yayınladığı bir genelgeyle basın mensuplarının iki aşı olmaması durumunda maçlara giremeyeceklerini ilan etti.
TSYD Adana Şube Müdürümüz Mehmet Önal da konuyu bize iletti.
Bir Adana Demirspor muhabiri olarak ben de son Konyaspor maçını televizyondan izlemek zorunda kaldım.
Uygulama baştan başa kanunsuz zaten ama ondan önce ilginç olan şu; Maçlara giriş kriterlerini belirleyen TFF, maçtan en fazla 48 saat önce alınan PCR testinin negatif çıkması şartıyla taraftarların stadyuma girmesine müsaade ederken basın mensuplarına etmiyor.
Yani ben muhabir Kurtuluş Kılınç olarak (PCR testim negatif çıksa dahi) stadyuma giremem ancak taraftar Kurtuluş Kılınç olarak girebilirim. Yeni Adana Stadyumu'nda on binlerce taraftar PCR testi ile maçı izleyebilir ancak bir-kaç basın mensubu izleyemez. Garabetin farkında mısınız?
Bu konu insan hak ve hürriyetlerine de kanun önünde tüm vatandaşların eşit olduğu ilkesine de aykırı.
Gelişme üzerine Adana'nın tanınmış avukatlarından Hüseyin Turgut Bahar ile görüştüm. Bir çok hukuki konuda tuttuğunu koparan tarzıyla haklı bir ün elde eden Bahar'a bu konuyla ilgili ne yapabileceğimizi danıştım.
Siz bu satırları okuduğunuzda biz bir kez daha görüşüp meselenin kanuni boyutlarını konuşacağız. Önce CİMER'den hakkımızı arayacağız. Sonra meseleyi çözemezsek TFF'yi dava edeceğim.
Daha önce de yazmıştım. Aşı dayatması faşizmdir. Bu dayatmayı ilk önce ben kabul etmiyorum. Bu anlamda avukatım Hüseyin Turgut Bahar'ın yardımıyla üzerime düşeni de yapacağım.
TFF ya bu uygulamadan vazgeçecek ya da inşallah mahkeme kararıyla vazgeçmek zorunda kalacak.